20 Kasım 2023 Pazartesi

SES İPİNE SÖZ ASAN ŞAİR ARİF EREN'İN POETİKASI

 

SES İPİNE SÖZ ASAN ŞAİR ARİF EREN’İN POETİKASI

                                                              Dr. Mehmet Fetih YANARDAĞ

Kahramanmaraş’ın Türk şiirine kazandırdığı seçkin şairlerinden biri olan Arif Eren, 20 Kasım 1938 tarihinde Kahramanmaraş’ın Kayabaşı Mahallesi’ndeki iki katlı ahşap bir konakta dünyaya gelir. Şair, Doğduğum Ev adlı şiirinde bu ahşap konakla ilgili anılarını ve duygularını şöyle anlatır:

Kapıdan girince duyduğum huzur

Beni

Bir anahtar gibi

Kilitledi eve

Odalar geçen zamanı

Koruyan birer altın çerçeve

 

Hâlâ bir aile anılarını

Sımsıcak saklayan yuvam

Seninle değişmem

Apartman denen devi    

Tanrım koru doğa olaylarından

Baba ocağı doğduğum evi

Babası Mümtaz Eren, Millî Mücadele gazilerindendir. Kahramanmaraş’ın Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine yirmi iki gün sürecek Maraş savunmasına katılır. Mümtaz Eren Bey, bu savaşta Kayabaşı Mahallesi Grup Komutanlığı yapar. Sakarya Savaşı’na da katılan Mümtaz Eren burada yaralanır ve gazi olur. Savaştan sonra “İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilir.  Aynı zamanda, 1957-1966 yılları arasında Kuvayı Milliye Mücahit ve Gaziler Derneği Maraş şube başkanlığı görevini de yapmıştır.

Mümtaz Bey,  çocuğuna Kahramanmaraş’ın tanınmış simalarından birisi olan babası Mehmet Arif Eren Efendi’nin ismini verir. İlk ve ortaokulu Kahramanmaraş’ta okuyan Arif Eren’in ilkokuldaki Türkçe öğretmeni şair Adile Kandeğer’dir. Arif Eren’deki şairliğin ilk tohumları bu dönemde atılır. 1963 yılında Erzurum Eğitim Enstitüsünü bitiren Arif Eren, Karaman Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atanır. Daha sonra Bursa Öğretmen Lisesi, Bursa Anadolu Lisesi, Kahramanmaraş Kız Meslek Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi ve Eğitim Enstitüsünde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yapar.  Öğretmenliği süresince öğrencilerine edebiyat sevgisi aşılar, genç şair ve yazarların yetişmesini sağlar. Ocak 1993’te kendi isteği ile öğretmenlik mesleğinden resmi olarak emekliliğe ayrılır, artık zamanının tamamını kültür, sanat ve yazı faaliyetlerine ayırır.

İlk şiiri; 1964 yılında Konya’da Şair Feyzi Halıcı’nın çıkardığı ve yayımını bugün Ankara’da sürdüren Çağrı dergisinde yayımlanan Arif Eren’in şiirleri; Hisar, Varlık Yıllığı, Türk Edebiyatı, Milli Kültür, Defne, Harman, Ilgaz, Elif, Toprak, Dolunay, Mevsimler, Tepe Edebiyat, Seviye, Kültür ve Sanat,  Doğuş Edebiyat, Alkış gibi fikir ve sanat dergilerinde yayımlanır.

Bir Tebessüm dergisi 2 Haziran 2002 tarihli sayısını Arif Eren özel sayısı olarak çıkarır. 2005 yılında Antalya Şair, Ozan Yazar ve Ressamlar Kültür Derneği tarafından II. Şairler Buluşması’nda yılın Akdeniz Büyük Şiir Ödülü’nü alır. 2019 yılında Hatice Eğilmez Kaya Ses İpine Söz Asan Şair Arif Eren isimli monografik eseri yazar.

Şiirleri; Ajans Türk Şiir Antolojisi, Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi, Şiir Burcunda Çocuk Antolojisi, Dolunay Şiir Güldestesi, Kahramanlık Destanları ve Türküleri Antolojisi, Dolunay Sevda Şiirleri Antolojisi, Şiirlerle Öğretmen Antolojisi, Kahramanmaraşlı Şairler Antoloji, Şiirlerle Kahramanmaraş Antoloji, Karacağlan’dan Günümüze Kahramanmaraşlı Şairler Antolojisi,  Dilimiz Yunus Söyler gibi birçok antolojide yayımlanır. (Türk Dünyası Şiir Seçkisi 3, Avrasya Kültür Edebiyat Bilim federasyonu Kültür Yayınları, Ocak 2019)

Arif Eren; Dolunay Şiir Şöleni, Hisar Şairleri Gecesi, Güneysu Şiir Şöleni, Öğretmen Şairler Şiir Şöleni, Erciyes Şiir Gecesi, Çınar Dergisi Şiir Şöleni, Ankara,1996, Çınar dergisi Şiir Şöleni, Bursa 1998, Alkış Dergisi Şiir Dinletisi, 17. Uluslararası Avrasya Şairleri ve Sanatçıları Şiir şöleni, 2019 Antalya gibi, birçok şiir şölenine de katılır. Titiz bir şair oluşu, tıpkı Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi az ve öz eser vermesini sağlamıştır.

İlk şiir kitabı olan Bu Kent Sende Kalsın 1963 yılında yayımlanır ve çok büyük bir ilgi görür. Daha sonra 1975 yılında Yurt Tesbihi yayımlanır. Bu kitap Talim Terbiye Kurulu tarafından öğrenci ve öğretmenlere tavsiye edilir. 1985 yılında Hayatı Huzura Ayarlamak, 1996 yılında Görkemli Denge ve 2006 yılında da Zaman Yerinde Durmaz adlı şiir kitapları yayımlanır.

İnce bir duyarlılığa, hassas bir ruha sahip olan Arif Eren, kendini toplumdan soyutlamaz. Milliyetçi-ruhçu bir bakış açısı ile tarihe ve topluma yönelir. Çığırtkanlık yapmadan, “sanat feda edilmeden de şiir yazılabilir” düşüncesini eserleri ile en güzel şekilde ispatlar. Yunusça bir bakış açısı ile tüm insanlığı kucaklayan bir yüreğe sahiptir. Şiirlerinde aşk, doğa, tarih, ölüm, memleket sevgisi, tasavvuf, toplumsal konular, köy hayatı, poetik konular, din, sevgi, yalnızlık gibi çok çeşitli temalar işlemiştir.

Yakın çevresinin, onu ve eserlerini çok iyi bilen ve tanıyan kişilerin çok yerinde ve güzel tespitleri vardır. Bazılarını verecek olursak;

Bahaettin Karakoç’un şairimiz ve şiiri hakkındaki tespitleri şöyledir: “Ortada net bir fotoğraf var ve bu fotoğrafa göre Arif Eren, şiire sadık bir şairdir. Az ama öz yazar, gündemdeki konu şiir oldu mu antenlerine çarpan her sesi süzgeçlerden geçirir, kalıplara döker çok titiz çalışır.”

Sevim Çokum, Türkiye gazetesindeki köşesinde Arif Eren’le ilgili olarak şunları söyler : “Arif Eren’in şiirlerinin çoğu tefekküre yönelmiş, daha duru, dinlenmiş düşüncelerin birikimi. Toplumcu bakışı yansıtan şiirleri bağırmaz. Usulünce ve derinlemesine söyler. Nefret etmez ve ettirmez. Yurt sevgisi de insan sevgisi de böyle olur.”

İlhan Geçer: “Arif Eren, yenilik diye birtakım gariplikleri, anlamsızlıkları sürmüyor önümüze. Birtakım yavan mısralar sıralayıp sosyal davaların savunucusu, akımların öncüsü pozisyonunda değil, ideoloji çığırtkanlığı, laf ebeliği yerine gerçek şiirin kapılarını zorlamayı yeğ tutmuş. Zaten şiiri kendisine dert edinen, onu birtakım maksatlar uğruna harcamayan şairlerin başarısı her zaman elle tutulur, gözle görülür olmuştur.”

Muhsin İlyas Subaşı: “Arif Eren, şiirlerinde insanın çevresiyle ilişkisine önem veriyor. İnsanın kendisinden başlayan anlayış gayreti, şiirde cemiyetle çatışmaya girmeden birlikte bir kolektif yargılama biçimi alıyor. Bu da onun şiirine kendine haslık tavrını kazandıran özelliği oluyor.”

Arif Eren’in Poetikası Hakkında Bazı Tespitler

Sanat

“Sanat nedir?” sorusuna verilen ilk cevap sanatı bir yansıtma, benzetme ya da taklit olarak görme şeklindedir. Hâlbuki sanat eserinde gördüğümüz şey; doğadır, insandır, hayattır ve sanatçı eserinde bize bunları yansıtır; bir ayna tutar dünyaya sanki.” (Moran, 2002: 17)

Arif Eren ise sanatı şöyle tanımlar: “Duygu, düşünce ve hayal gücüyle beslenmiş, üstün zekâ ve yetenekle yaratılmış,  çağrışımlar uyandıran eserlere sanat denir. Resim, mimari, heykel, hat( görsel), fonetik(ses bilgisi), tiyatro, sinema, dans, bale (dramatik) olmak üzere sanat üçe ayrılır. Sanat evrenseldir.”

Arif Eren başka bir tanımında sanatla ilgili olarak şunları kaydeder: “Sanat, duygu ve düşünce pencerelerinden bütün zamanlarda güzeli görebilmektir. Bu güzellik atmosferinde dilimizi, dinimizi, tarihimizi kısaca harsımızı yaşamaktır. Durum böyle olunca sanat, belirli bir grubun değil, bütün bir milletin hayat tarzını esas almalıdır. Bir ideolojinin boyunduruğu altına giren sanat, kimliğini kaybeder. Kimliksiz hiçbir şey kalıcı değildir. Kalıcı olmayan eser de sanat değeri taşımaz.” (Şahin, 12 Mart 1995)

Sanatçı

Sanatçı hayata farklı bakan, başka insanların yerine düşünen, duygulanan ve bunları estetik bir kaygı ile belli bir kompozisyon içerisinde ifade edebilen insandır. Sanatçı olmak sonradan kazanılan bir özellik değildir. Sonradan sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur ancak. Sanatçının doğuştan getirdiği yetenek sonradan işlenirse bir değer ifade eder.

Şairimiz, sanatçıyı şu şekilde tanımlar: “Sanatı kendi kişiliğinde mayalayarak, en üst düzeyde güzel duygu ve düşünceye dönüştüren, insanların duygu, düşünce ve hayal gücünü geliştiren kişidir. Eserlerini yüzyıllar boyu yaşatan, üstün zekâ ve yeteneğiyle, kendini insanlığa adayan kişidir. Sıradan insanlardan ayrılarak hayata farklı bakan,  önüne çıkan tüm engelleri tek başına aşabilen insana sanatçı denir.”

Eren’in sanatçı tanımındaki önemli hususlar şu şekilde sıralanabilir:

a. Özgün, b. Hayata farklı bakan, c. Üstün zekâlı, d. İnsanı geliştiren,

e. İnsanlığa adanmış.

Sanatın Amacı

“Sanatın işlevi, etkileri, yararları, zararları, amacı, konusu Platon, Aristo, Aristotales’ten günümüze kadar tartışılan bir konudur. Tanzimat’la birlikte edebiyatımızda da sanatın toplum için mi, yoksa sanat için mi olması gerektiği tartışılmış, bu tartışma günümüze kadar halledilememiştir.  Horaitus (İ.Ö. 65-8) Ars Poetika adlı eserinde sanatın iki amacı üzerinde durmuştur: Zevk vermek ve eğitmek. İyi bir eser hem zevk verecek hem de eğitecektir. Rönesans’ta ve neo-klasik çağlarda da bu iki işlev şart koşuluyordu.” (Moran, 2002: 36)

Arif Eren’e göre sanatın en önde gelen amacının estetik kaygı olduğu vurgulanarak duyguları en iyi ve en etkili bir tarzda ancak sanat yoluyla ifade edilebileceği söylenir: “Sanatın birincil amacı estetik zevk vermektir. Duyguları, coşkuları, heyecanları eserlerinde en güzel şekilde işlemek sanatçının diğer görevlerindendir. Okuyucu eseri okuduğunda bunları yaşamalıdır. İnsan yaratılışı icabı hep güzeli sever. İnsanın maddi boyutundan çok manevi boyutunun tatmin olması gerekir. Bu manevi tatmin de ancak sanat eserleri vasıtası ile olur.”

Sanatta didaktikliğe, faydaya karşı çıkan Arif Eren, sanatın amacı ile ilgili olarak şunları ifade eder: “Sanatta asıl olan güzelliktir. Sanat,  faydalı, öğretici ve eğitici olsun düşüncesini kabul etmez. Ancak insan bir toplumda yaşamaktadır. Kendisini büsbütün toplumdan soyutlayamaz. Estetik bir anlayış içinde toplum sorunlarını telkin yoluyla paylaşabilir. İnsanların duygu, düşünce ve hayal gücünde yenilikler yapan, insan ufkunu genişleten, algılama gücünü artıran bir amacı olmalıdır sanatın.”

O, sanatın insanlara bir şeyler katmasını, onu geliştirmesini ona yeni ufuklar açmasını, onun göremediklerini, fark edemediklerini göstermesini ve fark ettirmesini ister.

Sanatçının Görevi

Aristoteles: “Şairin görevi gerçekten olan şeyi değil, olabilir olanı ifade etmektir” der. (Moran, 2002: 28) Platon sanatın işlevi konusunda sanatın özellikle de edebiyatın zararlı etkilerinden şikâyetçidir. Platon şairlerin söylediklerini cezbe halinde söylediklerinden şairlerin sözüne güvenilmeyeceğini söyleyerek şairleri ideal devletinden kovar. “Sanatçının/şairin yetkinlikle konuşabileceği bir alan yoktur.” der Platon. (Moran, 2002: 26)

Arif Eren’e göre sanatçının en önemli görevi, “Güzeli yakalama ve onu estetik bir kaygı ile anlatma, okuyucuya bir heyecan, bir coşku, bir hayal gücü aşılamak” tır.

Sanatçının içinde yaşadığı topluma karşı görevleri olduğunu vurgulayarak, sanatçının “eserleri ile insanları yönlendirerek okuyucusuna önemli mesafeler kat ettirmesi” gerektiğinin altını ısrarla çizer. Eğer bir “sanat eseri okuyucusunu bulunduğu kalıptan çıkaramıyorsa, ona yeni kapılar aralamıyorsa o eser sanat eseri değildir.” diyerek sanatın okuyucuyu estetik açıdan geliştirmesini, ona bir ruh olgunluğu sağlaması gerektiğini söyler.

Sanatçının bir görevinin de “eserlerinde derin ve sınırsız güzelliği yaşatarak hep var olmak” olduğunu vurgulayan şairimiz, sanatçının “eserleriyle insanlığı çağlar boyu duygu, düşünce ve hayal gücüyle etkileyip, güzel çağrışımlar yaşatması” gerektiğini ifade eder.

Şair Kimdir?

“Necip Fazıl şairi;  “cemiyetin rüyasını gören sanatçı” olarak nitelerken, Sezai Karakoç, şairi “bir toplum önderi” olarak görür. Toplumun dara düştüğü, çıkmaza saplandığı bunalıma girdiği zamanlarda ortaya çıkıp onu içinde bulunduğu durumdan kurtaran bir toplum önderidir.” (Kolcu, 2009: 25) Bahaettin Karakoç’a göre ise şair, “bir ses avcısı”dır. Birçok şairin farklı farklı şiir tanımları mevcuttur. Belki de tanımı en çok yapılan edebi türlerin başında şiir gelmektedir.

Arif Eren ise şairi, “Ses ipine söz asan”, “Şiiri konuşturunca nesri susturan insan”* olarak tanımlar. Nasıl ki bir ortamda sözün ustası konuşunca diğerleri susar. Sözün en yoğun hali olan şiir alana indiğinde düzyazının adı anılmaz olur.

Şairin malzemesi dildir. Şair mensubu olduğu dilin tüm inceliklerini çok iyi bilmek ve kullanmak zorundadır. Bu hususa da temas eden Eren, şairi “mensup olduğu milletin dilini en güzel şekilde kullanan ve onu geliştiren sanatçı”  olarak tanımlar.

Başka bir tanımında, “şair, kelimelerin mısralardaki yerlerini çok iyi tayin eden,  kelimeleri bir kuyumcu titizliği ile işleyen onlara yeni anlamlar verebilen, kelime hazinesi çok geniş olan duygu, düşünce ve hayal gücüyle kendine özgü şiirler söyleyebilendir.” der.

Ayrıca şairi “kelimelerin efendisi”, “milletinin moral değerlerini (din, tarih, örf, adet, gelenek vs.) estetik sanat anlayışı içinde okuyucuya verebilen insan” olarak da tanımlamaktadır.

Şairin Yetişme Şartları

Her ne kadar şair olarak doğulsa da bu şairlik cevherinin ortaya çıkması için bazı şartların oluşması gerekir. Arif Eren de sanatın buram buram teneffüs edildiği bir ortamda dünyaya gelir. Babası Maraş Kuvayı Milliye Cemiyeti başkanı olan Arif Eren, yetiştiği aileyi ve üzerindeki etkileri şu şekilde anlatır:

“Benim yetişmemde ailemin önemli bir rolü olmuştur. Babam okumayı seven ve yazan bir insandı. Yerel gazetelerde,  tarihi dergilerde Kahramanmaraş’ın kurtuluşu ile ilgili hatıra ve makale türlerinde yazılar yazardı. Kahramanmaraş Kuvayı Milliye Cemiyeti başkanı olduğu için 12 Şubat Kurtuluş Bayramlarında konuşurdu. Bu konuşmaları odasında hazırlarken, daktilo tıkırtılarının benim ruh dünyamda çok büyük etkileri olduğunu sonradan fark ettim.”

Ayrıca Arif Eren’in çocukluğunda dinlediği dini içerikli hikâyeler ve halk hikâyelerinin onun edebiyatçı kişiliğinin oluşmasında önemli bir yere sahiptir. Türkçe öğretmeni olan şair Adile Kandeğer de sanatçı kişiliğinin oluşumunda önemli bir yere sahiptir: “Çocukken Kıssadan Hisseler, Dini Hikâyeler,  Âşık Garip, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı hikâyelerini dinleyerek büyüdüm. İlkokulda öğretmenim Şair Adile Kandeğer’di. Bende şairlik hevesi o zamanlar başlamıştı. Ortaokul yıllarında Karacaoğlan beni çok etkilerdi, Nasrettin Hoca’nın nükte zekâsına hayran kalırdım. Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Otuz Beş Yaş’, Ziya Osman Saba’nın  ‘Geçen Zaman’, Ahmet Kutsi Tecer’in şiirlerini, Yakup Kadri’nin ‘Kiralık Konak’ını büyük bir beğeni ile okudum. Yanılmıyorsam roman şöyle bitiyordu:  ‘Seniha sadece süslü ve güzeldi.’

Refik Halit Karay’ın, ‘Anahtar’ romanı, ‘Memleket Hikâyeleri’, ‘Gurbet Hikâyeleri’ isimli hikâye kitapları,  Reşat Nuri’nin ‘Çalıkuşu’ romanı, Halide Edip Adıvar’ın ‘Döner Ayna’sı,  Ömer Seyfettin’in  ‘Yüksek Ökçeler’i, ‘Beyaz Lale’si, Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Son Kuşlar’, ‘Sarnıç’, ‘Kayıp Aranıyor’  eserleri o yıllarda okuduğum kitaplar arasında en çok aklımda kalanlardır.”

Şair, sanatın teneffüs edildiği ortamda doğmuşsa, ailede sanatçı varsa, yetişmesi daha kolay olur. Okuduğu okullar, arkadaşları ve çevresi yetişmesinde çok önemlidir.

Şairi Diğer Sanatçılardan Farklı Kılan Hususlar

Her sanat dalının malzemesi farklıdır. Ressam renk ve şekillerle, heykeltıraş taşı yontarak, müzisyen notalarla duygu ve düşüncesini ifade eder. Şairin malzemesi ise dildir.

Şairimize göre şairi diğer sanatçılardan ayıran hususların başında, “öncelikle kullanılan malzemenin farklılık göstermesi” gelir. O, “şairin malzemesi dildir,  bu dili de kendisi yaratır.” derken şairin, günlük dilde kullanılan kelimelere yeni anlamlar yüklediğini, kelimelerin çağrışım değerlerinden yararlandığını ifade eder. Şairin “yoğun söyleyen insan” olduğunu söyler ve bu durumu Yaşar Kemal ve Karacaoğlan’ı karşılaştırarak şu şekilde örneklendir: “Yaşar Kemal’in İnce Memed romanında sayfalarca tasvirini yaptığı Torosları Karacaoğlan bir şiir ile anlatıvermiştir. Şair öz ve derin söyleyen bir sanatçıdır. Şiir resme, heykele, baleye tiyatro, sinema ve diğer sanatlara göre insanın duygu, düşünce ve hayal gücünü daha çok geliştirir.”

Şair – Misyon

Arif Eren’e göre şairin birinci ve asli görevi “güzel şiir söylemektir.”  Diğer görevlerinin hepsi bundan sonra gelir. Ayrıca: “Şair aynı zamanda bir dil ustasıdır. Mensup olduğu milletin dilini en iyi şekilde kullanmakla yükümlüdür. İnsanların duygu, düşünce ve hayal gücünü besleyen, geliştiren, milletinin dilini, dinini,  tarihini, örfünü, âdetini vb. moral değerlerini estetik bir anlayış içinde yaşatan sanatçıdır. Yunus Emre olmasaydı İslâmiyet, şiire bu kadar güzel giremezdi.”* derken şairin toplumsal yönüne de işaret eder. Çünkü şair de bir toplum içinde yaşamakta ve içinde yaşadığı toplumdan etkilenmektedir.

Şairin toplum içindeki yerini, toplumun şaire değer vermeyişini “Yalnızlık” şirinde şu şekilde dile getirmektedir:

“Düşün ki şairsin yeni şiirlerin var

İnsanları sağır bir yerde kime okursun

Yağmadıktan sonra neye yarar

Diyelim gökyüzünde bulutsun” (Eren, 2006: 42)

Şairin bir misyonun olması gerektiğini de yağmur- bulut metaforu ile ifade ederek, yağmuru olmayan bulut ile topluma bir faydası olmayan şair arasında bir benzerlik kurar. Nasıl ki yağmur toprak için faydalı ise, onu bereketlendiriyorsa şair de etiyle kanıyla toplumun malı olmalı, toplum için çabalamalıdır.

Şair isterse şiirlerini yağmur gibi yağdırsın toplum tarafından anlaşılmıyorsa, okunmuyorsa bunun bir kıymeti yoktur. Bu durumu yağmur- bulut imgesi ile dile getirerek, toplumsal problemleri işlerken sanatı ikinci plana atmaz. Onun için estetik kaygı her zaman ön plandadır.

Arif Eren, şairin görevlerinden birisinin ve en önemlisinin de diline sahip çıkması olarak görmektedir: “Şiir öyle bir kavram ki bir memleket büyük şair yetiştiremiyorsa büyük şairlerinin eserlerinden istifade edemiyorsa o memlekette dil yok olur. Zamanla bu dil büyük şairler yetiştiren milletlerin dilinin etkisi altında kalır. Hatta yok olabilir. Şairin birinci gayesi diline sahip çıkmaktır. Şairin diğer görevleri ise dili canlandırma, kanatlandırma ölü kelimeleri şiirde kullanarak onları şiirde yaşatmaktır. Şair mensup olduğu dilin kültürünü, sanatını, estetiğini iyi bir şekilde işleyecek. Nesiller arası kuşaklara devredecek. Şair daima taze olanları söyler.  Yenilik daima ilgi çekicidir. Demek ki şair insanlara yeni duygular, düşünceler aktarıyor ve İnsanı da böyle düşünmeye yöneltiyor. Diğer bir sebep insanın hayal gücünü artırır. Şair bütün bunları kendi zekâsında, kendi üslubunda milletine tekrar aktaracaktır.  Mesela Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiiri. Bayrak hakkında kitaplar yazılsa Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiiri kadar olamaz. Demek ki şair milletine, diline, âdetine, tarihine hepsine sahip çıkacak.  Bunları da milleti usandırmadan hep taze söyleyecektir.” (Karakoç Oğuz, Edebiyatımıza Gönül Verenler Programı)

Şiir

Necip Fazıl poetikasında: “ ‘Şiir nedir?’ suali çok eski ve pek çetin. Bu sual insanoğluna Aristo’dan bugüne kadar duman kıvrımlarındaki muadenenin tespiti kadar zor göründü” der.

Evet, gerçekten de şiir edebiyatın en zor alanıdır. Hele şiirin tanımını yapmak daha da zordur. Birçok sanatçımız bu ifadeleri kullansa da bir slogan haline gelen, akıllarda kalan bir şiir tanımı yapmışlardır. Şairlerimizin bazıları; Ahmet Haşim: “Şiir, söz ile musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır.” Necip Fazıl: “Bizce şiir, mutlak hakikati arama işidir” Asaf Halet Çelebi: “En umumi manada şiir güzelliğe varmak için kelimeleri tertip etme sanatıdır.” Abdülhak Hamid Tarhan: “En güzel, en büyük, en doğru şiir bir hakikat-i müdhişenin tazyiki altında hiçbir şey söylememektir.”  şeklinde tanımlamışlardır.

Arif Eren, şiir yazmasının yanı sıra aynı zamanda şiir üzerine düşünen, şiirin teorisini yapan bir şairdir. Her ne kadar şiirin bir tarifinin yapılamayacağını söylese de, şiirden ne anladığını orijinal ifadelerle söylemekten de geri durmamıştır.

Ayna dergisine vermiş olduğu röportajında şiiri şu şekilde tanımlamaktadır. “Şiirin kesin bir tarifi yapılmamıştır. Yapılanlar da eksik bir taraf kalmış olmalı ki hâlâ şiirin tarifi yapılıyor. Bu nedenle tarif yerine, şiir denilince ne anladığımı söyleyeyim: Şiir, yeni açmış bir çiçeğin, solmamak kaydı ile rengi ve kokusudur. Şair de o çiçeğin renk ve kokusunu en üst düzeyde fark edebilen sanatçıdır. Şiir, kelimeleri en iyi şekilde kullanma sanatıdır.” (Ayna, Y: 4, S: 8) Bir başka şiir tanımında da şöyle der: “Şiir, ses ipine söz asmaktır.”

Orijinal ve derin manalar içeren bir şiir tanımı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu tanıma göre, şiirde öncelikli olan sestir. Söz sonra gelmektedir. Ses duyulur, söz ise anlaşılır. Ses şiire, söz ise nesre aittir. Şiirde sesi ön plana çıkarması bakımından bu tanım ile Ahmet Haşim’in “Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır” der.

Divan şiirinde şiir için nazım kelimesi kullanılır. Nazım ise Arapçada “ipliğe inci dizmek” anlamına gelmektedir. Bir şiirde kelimeler rastgele yan yana getirilmez. Kelimelerin birbirini anlam, ses ve duygu değeri bakımından tamamlaması gerekir. Arif Eren’in yukarıdaki tanımında şiirle ilgili vurguladığı bir diğer husus da budur. Yani şiirde her kelimenin bir bütünün parçaları olması, hiçbirinin şiirde fazla olduğu algısını oluşturmaması, kelimelerden birinin çıkarılması ile şiirdeki bütün anlamın ve yapının bozulmasıdır. Arif Eren, Zaman Yerinde Durmaz adlı şiir kitabında yer alan ‘Bir Kuştur Zaman’ adlı şiirinde,  insan yüzündeki uyumla şiirde kelime seçimindeki titizlik, kelimeler arasındaki ahenk bakımından bir benzerlik kurar diye ifade eder.

“Yüzde kaşlar nasıl yakışmışsa gözlere

Dil konuşurken öyle olmalı kelimeler” (Eren, 2006: 12)

İnsan yüzünde bir ahenk bir uyum vardır. Her şey yerli yerine ilahi bir tanzimle yerleştirilmiştir. Sadece insan yüzünde değil, tüm âlemde bir düzen ve uyum vardır. İşte bu uyumun edebi metin içinde de olması gerektiğini savunur. Başka bir tanımda: “Şiir maddeden ziyade; gözün, kulağın dışında hayal gücüyle hafızayla konuşabilmektir.” derken şiirde hayal gücünün önemine vurgu yapar.

Şiirin Özellikleri

İyi bir şiirin özelliklerini şu şekilde ifade etmektedir: “İyi şiirde muhakkak bir buluş, kişisel imgeler ve duygusallık olmalıdır. Şiir tebliğ değil telkindir. Şair her yazdığını şiir kabul etmemeli, bu hususta titiz davranmalıdır. Şiirde kelimeler rastgele yer almaz. Bir edeb içinde yerli yerine yerleşmeyince ses, duygu ve çağrışım özelliklerini kaybeder. Kelimelerin bu özellikleri, şiirde taşıdıkları anlam kadar önemlidir. Onun için şiir dili okuyucuyu büyüleme, yüreğinde ve beyninde estetik duygu ve düşünce hissettirme gücüne sahiptir.” (Ayna, Y:4, S:8)

Her kelimenin bir duygu ve çağrışım değeri vardır. Arif Eren ‘Havuz’ adlı şiirinde, şiirde özgünlük olması gerektiği, şairlerin kendilerine ait bir üslup oluşturma peşinde olmaları gerektiğini şu şekilde anlatır:

“Bu havuzun berrak suyunda

Alabalıklar huzur içinde yüzer

Bir başkasına benzemekten çekinir

Ayrı bir üslupla yüzer

Hiçbirinin melezlik yok suyunda

 

Havuzun suyu aynı, dağ gölü gözüyle

Gene de has yavrular üretmek

Bir köşeli hüzün demek

Sevincin olur onları yüzerken görmek

Dünya gözüyle

 

Havuzlar yapılıyor büyüklü küçüklü

Rastgele sularla doluyor artık

Ustadan nasip almayan çıraklık

Her suda yaşamaz alabalık

Onun suyu saf köpüklü”  (Eren, 1996: 64)

Şairin en büyük mutluluğu kimseye benzemeyen, bin bir hüzün sonucunda ortaya çıkardığı imgelerin, mısraların dillerde dolaştığını dünya gözü ile görmesidir. Bu durumu şair, balık- havuz imgeleri ile somutlaştırır. Havuzla kastedilen şiirdir. Alabalıkla kastedilen ise her şairin oluşturamayacağı özgün imgelerdir. Alabalık her suda yetişmez, yetişmesi için soğuk dağ gölü suyu, saf köpüklü su gereklidir. Özgün imgeler oluşturmak her şairin yapacağı bir iş değildir. Son dörtlükte günümüz şiirine bir eleştirinin yapıldığını da söyleyebiliriz. Günümüz şairlerinin şiir havuzlarını rastgele sularla doldurduklarını, birbirlerini tekrar ettiklerini, özgün imgeler oluşturamadıklarını, bir ustadan nasip almadıklarını, geleneği bilmediklerini eleştirel bir bakış açısıyla ortaya koyar.

Şiiri Diğer Sanatlardan Ayıran Özellikler

Şiiri diğer sanatlardan ayıran özelliklerle ilgili olarak şunları söyler: “Şiir nazım türüdür.  Belirli birimleri vardır: (vezin, kafiye, redif,  mısra, beyit, kıta) gibi. En önemli malzemesi kelimedir. Kelimelerin en iyi şekilde kullanılması gereken bir sanattır. Duygu ve hayal gücü üzerine kurulur. Tebliğ değil, telkin esasına dayanır. İmge ve söz sanatları ile duygu-düşünceye kapalılık ve bir derinlik kazandırır. İnsanların duygu, düşünce ve hayal güçlerini geliştirir. Şiirde her şey bir estetik anlayış içinde yapılır. Bu özelikleriyle şiir diğer sanatlardan ayrılmış olur.”

İlham mı, Çalışma mı?

İlham şairin cezbe halidir. Duygusal yoğunluklar yaşadığı andır. Eren, ilhamın tek başına şiir için yeterli olmadığını söyleyerek çalışmanın, şiir üzerine kafa yormanın da gerektiğini ifade eder. “İlhamın şiir yazmada önemli bir rolü var fakat ilham tek başına şiiri ortaya çıkarmaz. O ilhamı şiir yapan çalışmaktır. Şair o şiir üzerinde günlerce çalışacaktır. Şiir işlenerek en mükemmel şeklini aldığı zaman şiir olur. İlhamla çalışmak birbirinden ayrılmaz öğelerdir.” der.

Kendisinin nasıl şiir yazdığını ise şu şekilde ifade eder: “İstediğim zaman şiir yazabilirim. İlham diye bir şey beklemem. Önce şiiri kafamda tasarlayıp kurarım, sonra üzerinde düşünmeye başlarım. Beğendiğim ilk mısra ya da ilk beyti bulabilmişsem artık şiir yazılmaya başlanmış demektir. Şiirde ne kadar iyi işçilik olursa o kadar iyi şiir ortaya çıkar. Şiir bittikten sonra bir süre bekletilmeli, tekrar gözden geçirilip, eksikler varsa tamamlanmalıdır.”

Şairin, şiirle yatıp şiirle kalkması, şiiri yazdıktan sonra bir süre demlenmesini beklemesi gerektiğini söyleyen Eren, şairin birçok denemeler yaptıktan sonra mükemmel şiire ulaşabileceğini söyler.

Şiir konusunda çok titiz davranır. Yaklaşık on yılda bir kitap çıkarması da bu titizliğinin bir göstergesidir. Onun şiirinin üç saç ayağı vardır: Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Necip Fazıl.* Bu şairlerin ortak özelliklerinden bir tanesi de şiir söz konusu olduğunda çok ince eleyip sık dokumalarıdır.

Şiirde Konu

Divan şiirinde her konunun şiire girmesi söz konusu değildir. Şiirin belli temaları vardır. Tanzimat döneminde Recaizade Mahmut Ekrem’in “Zerrāttan şümûsa kadar her güzel şey şiirin konusu olabilir.” sözü şiirdeki konuların çeşitlenmesini sağlamıştır. Arif Eren edebi metinlerdeki konuları, şiirin konuları ve nesrin konuları şeklinde ikiye ayırır; nesrin konularını da şiire dâhil etmek gerektiğine inanır. Fakat aralarındaki farklılığı iyi ayarlamak gerekir. Çünkü nesirde her türlü konunun rahatlıkla işlenebileceğini, şiirde ise lirizmi yüksek konuların işlenmesi gerektiğini ifade eder. “Duygu ve düşüncelerin coşkulu bir şekilde anlatılabileceği konular seçilmelidir. Aşk, özlem, gurbet, hüzün, doğa, tarih, kahramanlık, yalnızlık vb. gibi. Şiirin kolu her tarafa uzansa da nesrin konularını şiire sokmamak lazım. Aradaki farkı iyi ayarlamak gerekir. İnsanda heyecan uyandıran, hayal gücünü geliştiren, düşündüren ve etkileyen, şiir için uygun olan temalar işlenmelidir.  Bu bakımdan şairler yukarıda belirttiğimiz ortak temaları işlemişlerdir.”

Şiirde Mana

Arif Eren, şiirde anlamın açık olmamasını, şiirin hemen kendini ele vermemesini, anlamını okuyucunun ruhunda bulması gerektiğini ifade eder. İyi şiir her okuyucunun kendinden bir şeyler bulduğu şiirdir. Şiirin tek anlamlı değil, çok anlamlı olmasının gerektiğini söyler. Her okuyucunun şiir bilgisine göre şiirden bir şeyler anlayabileceğini belirten şairimiz, okuyucuyu düşünerek şiir yazılamayacağını, okuyucunun seviyesine inen şiirin yok olacağını savunur. “Şiirde mana açık olmamalı. Anlam hemen kendini belli etmemelidir. Şiir seçmek ve gizlemek sanatıdır. Okuyucuyu düşünerek kendi anlayışı ölçüsünde yorumlayabilmelidir. Soyut ve Sürrealist şiirlerde olduğu gibi okuyucu bulmaca çözüyormuş hissine kapılmamalıdır. İyi şiir değişik anlamlarla yorumlanan şiirdir. Şiirde anlam derinliği bir çaba sonrası elde edilir.  İyi şiir,  şiiri anlayana hitap eder. Belirli bir sanat alt yapısı olan insana hitap eder. Şair yazarken okuyucuyu düşünmemeli. Okuyucu şiirin ve şairin seviyesinde değilse, şair okuyucunun seviyesine inmemelidir. Şiiri okuyucunun ayağına götürdüğümüz zaman şiir yok olur. Okuyucu zekâsı, yeteneği, yetişme tarzı ve öğrenimi kadar şiiri anlayıp yorumlayabilecektir.”

Şiiri sanatın zirvesi olarak görür ve şiirde anlamla ilgili olarak şunları söyler: “Şiir, sanatın en doruk noktasıdır. Bu doruğa ulaşmak için çaba sarf edeceksiniz. Aynı zamanda soluklu olacaksınız. Demek ki çaba ve soluk… Düşünerek okumak ve belirli bir edebiyat kültürüne sahip olmak. Kelimeleri sözlük anlamı dışında yorumlamak bilgi ve becerisine sahip olmak gerekmektedir. Şiirde imaj ve söz sanatları vardır. Kelime anlamlarının daha kuvvetli ve zengin olması için bu iki unsur şiirde çok sık kullanılır. Bu iki unsur şiiri açıklıktan kapalı hale getirir. İyi şiir kapalı şiirdir. Kendini hemen ele vermez. Anlam bir çaba sonucunda ortaya çıkar. Bu yüzden şiir yazan ve okuyan insanların zekâları hep idmanlı haldedir. Hafızaları şiirden uzak kalan insanlara göre daha kuvvetlidir. Şiirin üstlendiği bir diğer önemli öğede insan duygu ve düşüncesine hassasiyet ve zenginlik kazandırmasıdır. Durum böyle olunca şiir okurken, biraz kafa yormaktan kaçınmamalıyız. Bunu yapacak irade bulamıyorsak, şiir yerine nesir okumak daha uygun olur.” (Kireççi, 1996: ?)

Eren’in Selimiye şiirini tahlil eden Şevket Bulut onun şiirindeki mana ile ilgili olarak şöyle bir tespitte bulunur: “Usta ve tecrübeli şair A. Eren, sembol ve benzetmelerden yararlanan, oldukça kapalı şiirler yazan bir şairdir.” (Eren, 2010: 94)

Şiir Dili

Şiirin kendine has bir dilinin olduğunu, şiirselliği olduktan sonra her kelimenin şiire girebileceğini ifade eden Arif Eren, bir bilim terimi olan katarakt kelimesini bir şiirinde şu şekilde kullanmaktadır:

“Duyarlı olması gereken yürek nasırlı

Görmesi gereken gözler hepten kataraktlı” (Eren, 2006: 35)

“Şiirin kendine özgü bir dili vardır. Müzikal bir dil. Kelimeler özenle seçilmeli. Akla değil, yüreğe seslenmelidir. Yalın, herkes tarafından anlaşılan, bol çağrışımlı, yıpranmamış, uydurma olmayan sözcükler kullanılmalıdır. Şairin üslubu kullandığı kelimelerle anlaşılır. İmge ve söz sanatlarında yer olan sözcükler şiirin iyi veya kötü olmasında söz sahibidir. Fonetik sanat eserlerinde dili en iyi kullanma yükümlülüğünü şair üstlenmiştir. Okuyucuyu rahatsız etmeyen, anlamı olan, uydurma olmayan, şair tarafından yerinde kullanılmış Türkçe kelimeler şiire girebilir.”

Burada şairin üzerinde durduğu en önemli husus, şiirde kullanılacak kelimelerin öncelikli olarak Türkçe olması, okuyucuyu rahatsız etmemesi ve uydurma olmamasıdır.

Türkçeye âşık bir şair olan Arif Eren güzel Türkçemizi “Ne Denir” şiirinde şu şekilde anlatmaktadır:

 “Oysa vadisinde beslenen

Irmak gibi akıyor dilimiz

Kıyısında yüzükoyun uzanıp

Kana kana bir içseniz

 

Nasıl ferahlar, hafifler insan

Türkçeyle sabun köpüğü olur öfke

Karları silkinen ağaçlar gibi

Bir ağırlıktan kurtulur, rahatlardınız” (Eren, 1985:33)

Şiir ve Edebi Sanatlar

Şiiri şiir yapan en önemi unsurların başında edebi sanatlar gelir. Türk edebiyatında Garip Hareketi dışındaki bütün oluşumlar şiirde edebi sanatları gerekli görmüşler ve şiir için lüzumlu olduğuna inanmışlardır. Arif Eren de edebi sanatları şiir için gerekli görür. Şiirlerinde edebi sanatları bol bol kullanmaktadır. Ancak edebi sanat yaparken okuyucuda zorlama havası oluşturmamanın önemli olduğunu da vurgulamaktadır.

“Edebi sanatlar şiirde derinliği, kapalılığı, çok anlamlılığı, çok yönlü- çok sesli olmayı sağlamak için kullanılır. Fakat bunu doğal yapmak gerekir, zorlama edebi sanat olmaz. Bunun kendiliğinden doğması lazımdır.”

“Edebi sanatları, şiirde yeri geldiği zaman kullanırsın. Yani sırf sanat yapmak için kullanılmaz. Zorlama edebi sanat şiire zarar verir.”

Şiir ve Musiki

Ahmet Haşim: “Şiir söz ile musiki arasında sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır.” derken şiirde kelimelerin müzikal değerlerinin çok önemli olduğunu vurgulamıştır. İslamiyet öncesi şiirde ve divan şiirinde de kelimelerin bu müzikal değerlerinden faydalanılmıştır. Bu husus; kafiye, redif, aliterasyon, asonans gibi unsurlarla sağlanır. Arif Eren, şiir ve musiki ilişkisi ile ilgili olarak: “Şiir kelimeleri, yürekten gelen çağrışımlı kelimelerdir. Şiirde vezin (Hece ve aruz), kafiye,  redif, aliterasyon, asonans, tekrir, nakarat mısra- beyit şiirde musikiyi meydana getirir. Bazen bu musiki sağlansın diye aynı kelime bir mısrada arkası arkasına tekrarlanır. Fonetik sanat eserleri içinde şiirle musiki hep iç içe olmuştur.” Şeklinde bir tespitte bulunur.

Şiiri nesirden ayıran en temel hususun musiki olduğunu söyleyen Arif Eren bu konu ile ilgili olarak da şunları eklemektedir: “Şiiri nesirden ayıran en temel unsur musikidir, ahenktir. Ahmet Haşim: “Şiir sessiz şarkıdır.” diyor. Aynı şair “Şiir nesre çevrilmez.” diyor. Çevirince musiki kayboluyor ve şiir kalmıyor. Her büyük şair ahenge ve musikiye çok büyük önem vermiştir. Bu aliterasyonlarla, asonanslarla olur. Ritim, şiirde kafiye ve veznin uyum sağlamasıdır. Bu saydıklarım büyük şiiri oluşturuyor.  İşte bundan sonra şair istenen kusursuz şiiri yapacaktır.”

Şairin Eski Kültür Birikimi Bir Ustaya veya Bir Edebiyat Mektebine Bağlanma Zorunluluğu

Arif Eren, şiirde de bir ustalık çıraklık ilişkisinin olması gerektiğini, edebi mektepleşmelerin şiire bir katkıda bulunmadığını, bunun sebebini de subjektif olup objektif olamamalarına bağlar: “Halk şiirinde ustalık çıraklık var. Çırak önce usta yanında yetişiyor, saz çalmayı öğreniyor, sonra da şiir söylemeyi. Zanaatta ustalık-çıraklık ilişkisinin ne denli önemli olduğunu bilmeyen yoktur. “Ustanın çekici bin liradır.” atasözümüz bu ilişkinin önemini vurgular. Sanat, zanaattan daha yüksek bir seviyede olsa da şiirde de ustalık ve çıraklık önemlidir. Usta bir şairin gözetiminde şiire başlayan bir genç şair şiirin temelini daha sağlam kurar. Daha kısa zamanda eksiklerini azaltma imkânı bulur. Kendisinin ancak yıllar sonra görebileceği şiir hatalarını usta şairden öğrenerek bir daha aynı hataları yapmamaya özen gösterir. Bunlardan daha önemlisi şiirde titizliği ve sabrı öğrenir. Kalfalık dönemini tamamladıktan sonra ustanın etkisinden kurtulmak şarttır.” (Şahin, 1995: ?)

“Cumhuriyet Dönemi edebi toplulukları; Yedi Meşaleciler, Garip Akımı (Birinci Yeni), Hisarcılar, Toplumsal Gerçekçiler, Maviciler,  İkinci Yeniciler olarak adlandırılır. Aynı görüş ve şiir anlayışını paylaşan şair ve yazarların bir dergi etrafında toplanarak sanatlarını devam ettirmeleridir. Her edebi topluluk bir önceki toplulukta eksik taraflar gördüğü için, onlara tepki olarak yeni bir edebî topluluk kurmuşlardır. Bunların arasında önemli isimlerin yanında sadece toplulukta ad olarak kalan şairler de vardır. Bu topluluklar zamanla dağılmış, önemli olanları sanatlarını devam ettirmişlerdir. Bence bu edebi topluluklar şiire çok da bir şey katmamıştır.”

Arif Eren, şiir için eğitimi şart görür: “Eğitimsiz hiçbir şey olamayacağı gibi, şiir hiç olmaz. Divan, Halk ve Modern şiirimizin bütün incelikleri bilinmeden, iyi şiir yazılmaz. Eğitim bu anlamda olduğu zaman önemli katkılar sağlar. Halk ozanların bir kısmı, eğitim görmeden de gezip, görüp, öğrenerek Allah vergisi yetenekleri sayesinde şiir söylüyorlar.”

Şiir ve Gelenek

Şairin geleneği çok iyi bilmesi ve içselleştirmesi gerektiğini söyleyen Arif Eren: “Geleneği bir tarafa itip görmemezlikten gelmemeli, bilakis gelenekten faydalanarak, eserlerine çağdaş bir kimlik kazandırmalıdır. Dünü inkâr edenlerin yarını olmaz, anlayışına bağlı kalarak geçmişin zaman imbiğinden süzülmüş birikimini günümüze taşıyarak ondan faydalanmalıdır.” (Eren, Ayna dergisi, 2001: ?)

Şairin asla benliğinden, kökünden kopmaması gerektiğini, kökünden kopan şairin topluma yabancılaşacağını Benlikten Kopmak şiirinde şu şekilde ifade eder:

Düşünülmesi gereken şeyleri düşünmediniz

Geçmiş zamana bir bakınız

İyi başlangıçları sonuna dek

Bir türlü devam ettiremediniz

 

Kusurlarını kendi ellerinizle

Kundaklayıp beşiklerde salladınız

Bir de çabuk büyüsün diye

Tutup ninniler söylediniz

 

Kendi varlığınızı fark etmeden

Bir akıntıya kapılıp gittiniz

Güzeli örnek almak varken

Yanlışlıkla hep çirkini resmettiniz

Azalan bir şeyler var benliğinizden

Bunun farkında bile değilsiniz

Kökü susuz kalan ağacın

Dalları bir daha vermez filiz  (Arif Eren, Ses İpine Asılan Sözler, Öncü Kitap 2019, s. 130)

Arif Eren’in Dört Mevsimden Hatıralar adlı şiirini tahlil eden Şevket Bulut onun gelenekle ilişkisi ile ilgili olarak şunları söyler: “Arif Eren yerinde saymayan, geçmişten güç alarak geleceğe sağlam adımlar atan bir şairdir. Bakan körlerden olmadığı gibi, düşünmesini bilen ve düşüncesini şiire döken insandır.” (Eren, 2010: 98)

Şiirde Vezin ve Kafiye Yaratıcılığı Sınırlar Mı?

Şiirde vezin ve kafiyenin şart olmadığını, vezin ve kafiyenin dışında da şiirde ahengi sağlayan unsurlar olduğunu vurgulayan Arif Eren, bu iki unsurun şairin yaratıcılığını sınırlandıracağı görüşüne katılmaz. Hece veznini kullanıp da sanat değeri çok yüksek şiirler yazan şairlerin buna en güzel kanıt olduğunu ifade eder: “Şiirde vezin ve kafiye şairin yaratıcılığını sınırlamaz. Hece vezniyle yazan önemli şairlerimiz vardır. Şiirlerinde önemli buluş ve orijinal imgeler vardır. Halk şairlerimiz hece vezinli, kafiyeli ve yarı kafiyeli şiirler yazmışlardır. Vezin ve kafiye şiirde ahengi sağlayan unsurlardır. Bir hususu da belirtmek gerekir: Şair, vezin ve kafiyeye fazla bağlı kalmamalı şiirini duygu ve düşünce bakımından derinleştirmelidir. Şiirde duygu ve hayal gücüne önem vermeli, vezin ve kafiyeyi bir araç olarak kullanmalıdır.”

Oğuz Paköz; Arif Eren ve Sanatı adlı yazısında onun vezin ve kafiye karşısındaki tutumu ile ilgili olarak: “Bizde şiir ölçülü olur, ölçüsüz olur, uyaklı olur, uyaksız olur. Arif Eren’de şiir, kalıpsız, ölçüsüz, uyaksız gibidir. Ama gizli gizli bir uyak, gizli gizli bir ölçü ve kalıp vardır Arif Eren’in şiirlerinde.” Şeklinde bir tespitte bulunur. (Eren, 2010:114)

Şiir ve Toplum İlişkisi

Eren kendini toplumdan soyutlamaz. Toplumun bir bireyi olduğunun her an bilincindedir. Başka şairlerin yaptığı gibi fildişi kulesine çekilip oradan ahkâm kesmez. Kendini bir cam fanusun içine hapsetmez. Toplumdan kendini tecrit etmez. Bir insan olarak içinde yaşadığı toplumun her katmanından insanın her türlü duygu ve düşüncesini onun eserlerinde görmek mümkündür. Acısıyla, tatlısıyla bir hayatın içinde yaşayan şairin toplumdan etkilenmemesinin imkânsız olduğunu vurgulayan Arif Eren, toplumsal konuların şiirin özüne zarar vermeden şiirde işlenebileceğini vurgular. Bunun ustalıkla yapılabileceğini söyler. Sanat, sanat için mi? Toplum için mi? Tartışmalarının edebiyatımıza bir fayda sağlamadığını şöyle ifade eder: “Şiir önce yazıldığı dili sonra da o dilin kültürünü temsil etmelidir. Bu anlayış içinde duygu ve düşünceye özgürlük, estetik derinlik getirmelidir. “Sanat sanat içindir.”, “Sanat toplum içindir.”, “Sanat inanç içindir.” kavramları yararlı olsaydı münakaşası günümüze kadar sürüp gelmezdi. Hala tartışıldığına göre, demek ki bir yarar sağlayamamıştır. Bundan sonra da sağlayacağını sanmıyorum.” (Şahin, 1995: ?)

“Şair toplumsal konuları işlerken bir ideolojiye saplanmamalı toplumsal sorunları duygu ve hayal gücünün yarattığı bir estetik içinde söylemelidir. Toplumsal şiir yazacağım diye ideolojik şiirler yazmamalıdır. Şair, fikir ve düşünce olarak toplum sorunlarını bir ideolojik çatışmaya girmeden, estetik bir anlayış içinde söylemelidir.”

Şairin toplum tarafından anlaşılmadığını, ona yeterince değer verilmediğini düşünen Eren, bu durumu Bir Garip Ağaç şirinde ağaç- meyve imgesini kullanarak şu şekilde ifade eder:

“Olgun meyvelerini koruyamaz ağaç

Kuşlar gagalar, rüzgâr sallar

Aklı başından gider ağacın

Daha kötü durumlara düşmeden

Bir insan eli tarafından

Toplansın diye can atar dallar

 

             Yapraklar kundaklar dallar bağrında saklar

           Sabredilmez bir nazla

           Olgunlaşır meyveler

 O yetkin şeklini aldıklarında

Bir rüzgârlı dağ yamacında

Kuşa kurda yem olmaktan üzülürler

 

Olgun meyvelerin sancısını bilir ağaç

Bir çaresizlik içinde kıvranır

Gelir de

Birileri toplar diye

Hayal kuran garip ağaç

Gör ki talihine sızlanır.

 

Kış geçince bu talihsiz ağaç

Aynı serüveni

Tekrar yaşayacaktır

Mutlu hayallerle geçecek zaman

En olgun şeklini alınca meyveleri

Yine kurda kuşa yem olacaktır.” (a.g.e., Öncü Kitap, s.48)

Köyde yetişen ve köy hayatını yakinen bilen birisi olmasa da köyü birçok şiirinde canlı tablolar halinde gerçekçi bir bakış açısı ile vermeyi başarmıştır. Köylerin ihmal edilmemesini ve kalkınmanın ancak köylere önem vermekle sağlanacağını Acı Görüntü şiirinde şu şekilde dile getirmektedir:

“Daha harita nüfusuna yazılmamış

Anadolu’mun yol gitmez köyleri var

Bir salgın hastalık gibi

Ondurmaz bu yerleri sahipsizlik

Şehir yüzü görmeden ölmüş

Binlerce Mehmet anası

Alınlarına mı yazılı bu talihsizlik

 

Yıldızlardan çok uzaktır buralar

Fildişi kulelerine çekilen şehirler

İnsandan daha merhametli tabiat olayları

İşgal ettiği toprağı geri verir kar

Yıktığı ağacı götürmez rüzgâr

Toprağını kıyıya bırakır sel

Köylünün çilesini düşünen mi var

 

Köylere çevrilmezse bu yürekler

Bilgi ekilmezse o kıraç kafalara

Elbette azalacak suyu değirmenin

Ve döndürmeyecek taşını

İki dünyada da horlansın sebep olanlar

Çağ aşan bir ülke olmak için

Türkiye’nin var mı bir noksanı” (Eren, 2006: 46)

Arif Eren’in şiiri ile ilgili bir değerlendirme yapan İlhan Geçer onun toplumculuğu ile ilgili olarak şunları söyler: “Arif Eren birtakım yavan mısralar sıralayıp sosyal davaların savunucusu, akımların öncüsü pozisyonunda değil, ideoloji çığırtkanlığı, laf ebeliği yerine gerçek şiirin kapılarını zorlamayı yeğ tutmuş. Zaten şiiri kendisine dert edinen, onu birtakım maksatlar uğruna harcamayan şairlerin başarısı her zaman elle tutulur gözle görülür olmuştur.” (Eren, 2010: 23)

“Sosyal olayları karamsarlık, çığırtkanlık ya da bir doktrin görüşle halletmek mümkün değildir. Bu yöntemleri uygulamak isteyenlerin de gayesi ortalığı karıştırmak ve etrafı karartmak içindir. Çözüm bekleyen sosyal konuların temeline inilerek doğru teşhisler konulmalı, yabancı ideolojilerle değil, milli ve ruhçu bir anlayış içinde düzeltilmelidir. Aksi takdirde göz hastalığının reçetesi kulak ağrısına kullanılmış olunur ki bu da daha kötü sonuçlar doğurur.” ( Şahin, 1997: ?)

18.04.1996 tarihinde Türkiye gazetesindeki köşesine Arif Eren’i taşıyan Sevim Çokum onun toplumculuğu ile ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Arif Eren’in bazı şiirlerinde toplumcu bakışı buluyoruz. Ne var ki bağırmaz bu şiirler. Usulünce ve derinlemesine söyler. Nefret etmez ve ettirmez. Yurt sevgisi, insan sevgisi de böyle olur zaten.” (Eren, 2010: 73)

Arif Eren’in Mayın Gibi Kuşattı Kar şiirini tahlil eden hikâyeci Şevket Bulut onun toplumculuğu ile ilgili şunları kaydetmektedir: “Milliyetçi ve ruhçu bir sanat anlayışına sahip. Çığırtkanlığa kaçmadan bazı sosyal konuları, şehrin bunaltıcı yaşantısını kendine has sade bir dil ve sembollerle, bilgiçliğe kaçmadan gözler önün seriyor. Bunu yaparken sanatından taviz vermiyor ve manzume çizgisinin üstünde kalmasını da biliyor.” (Eren, 2010: 85)

Şiir ve Siyaset

Şair özgür bir insandır. İçinden geldiği gibi eğmeden ve bükmeden konuşur. Sadece sanatın emrindedir. “Şair siyasete girmemelidir. Şiir siyasete bulaşırsa saflığını,  güzelliğini kaybeder. Sanatçı özgür ve yaratıcı insandır. Bir görüşün emrinde eğilip bükülmemelidir.  Sanatçı sözünü esirgemeyen insandır. Bundan dolayı siyasete giren sanatçılar başarılı olamamışlardır.”

Siyasetin ve siyasilerin durumlarını Hep Aynı Oyun adlı şiirinde, siyasileri telde oynayan bir cambaza benzeterek şöyle anlatır:

“Böyle kalabalık seyirci varken

Telden hiç iner mi cambaz

Her zaman aynı oyunu

Kılık değiştirerek oynamayı

Kendine meslek edinmiş hilebaz

 

Direkler arasına ellerinle çektiğin tele

Merdiven olursun basa basa çıkar

Her çıkışın bir inişi olduğunu

Aklına getirmez sonra

Merdiveni bir tekmede yıkar

 

Üstünde yürüdüğü tel aşındıkça

Yenisini bağlatır direkler arasına

Tek düşüncesi kırılmasın tel

İnmeye hiç niyeti yok

Tuz bassan da yarasına

 

Böyle şakşakçı seyirci varken

Telden ne diye insin cambaz

Aynı oyunu yenidir diye

Değişik kılıkla oynamayı

Bir kere meslek edinmiş hokkabaz” (Eren, 1996: 58)

Şiirin Gayesi

Şiirin önde gelen gayelerinin başında, insan duygu, düşünce ve hayallerinin özgün bir şekilde anlatılmasıdır. “Şiirde her şair mükemmelliğe ulaşmak ister. Şairin en önemli gayesi iyi şiir söylemektir.” (Şahin, 12 Mart 1995)  “Şiirin gayesi, duygu ve düşünceyi yürekten gelen kelimelerle orijinal bir şekilde söylemektir. İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasında, bir kelime sanatı olan şiirle güzellikler yaşatmaktır. Şiirde, her şair mükemmelliğe ulaşmak ister. Şairin en önemli görevi iyi şiir söylemektir. Zaten şiirin de gayesi budur.”

Şiirde Millilik

Şiirlerinde mili manevi hayatımıza ait temaların çok iyi bir şekilde şiire sindirilerek işlendiğini görürüz.  Onun şiirini okurken Malazgirt Ovası’nda Alparslan’ın ordusunda bir akıncı olursunuz. “Şair milli değerleri şiirleriyle kuşaktan kuşağa aktaran sanatçıdır. Milli şair, dilimizi, dinimizi, tarihimizi, örf ve adetlerimizi kısacası bizi biz yapan değerlerimizi kendisine dert ve konu edinen şairdir. Bu şairlerin söylediği şiirlere milli şiir denir. Millî sanatkâr, kalıcı eserlerle kendi kültürünü yarınlara taşıyan insandır. Şiirde ve sanatta kendi yaşayışımızı örnek alan, millî kaynaklarımızı yabancı sanat etkilerinden koruyan, memleket konularını işleyen sanatkâra milli sanatkâr denir.” (Şahin, 12 Mart 1995)

Şiirde Gerçeklik ve Kurmaca

Şairin şiirde kurgu ve gerçekliğin oranını çok iyi ayarlanması gerektiğinin altını çizen Arif Eren, bu oranın bozulması şiirin kaybolmasına yol açacağını, aşırı kurgunun şiiri masala dönüştüreceğini vurgular. “Şiir bir hesap işi değildir. Gerçekçi olacağım diye şiiri hayal gücünden ve duygusallıktan koparırsak, nesir olur. Şiir tebliğ değil bir telkin işidir. Fazla kurgu şiiri masal yapar.”

Şiirin Kaynağı

Arif Eren şiirin kaynağı olarak:  “tarihimizi, destanlarımızı, kahramanlarımızı, Halk şiirimizi,  Divan şiirimizi, yaşadığımız coğrafya ve moral değerlerimizi” görmektedir.

Şiir ve Fikir

Şiirlerinde bir ideolojinin çığırtkanlığını yapmaz. Nasıl ki her insanın bir ideolojik tavrı varsa, şairinde olması kadar doğal bir şey yoktur düşüncesindedir. Ancak şairin şiirlerinde ideolojisini ön plana çıkarmaması gerektiğini ifade eder: “Şiirde fikir ön plana çıkmamalı, ön plana duygu ve hayal gücü çıkmalıdır. Fikir duygu potasında eritilerek şiirde yerini almalıdır. Şiir didaktik değil lirik olmalıdır.” “Şiirimde lirizm ile fikir birbiri ile kaynaşmış bir durumdadır. Fikir hiçbir zaman didaktik bir kimlik kazanmaz. Fikir ve lirizm şiir potasında kaynayıp, süzgeçten geçtikten sonra ölçü kalıplarında şekillenir.” (Şahin, 12 Mart 1995)

 “Şairler birbirlerinin eserlerini okurken farkında olmadan birbirlerinden yararlanırlar. Aslolan tesir altında kalmamaktır. Kalındığı takdirde şiiri zarara uğrar.” (Şahin, 12 Mart 1995) “Etkilendiğim bir şair yoktur. Beğendiğim,  çok okuduğum şairler var. Bunlardan bir kısmı: Fuzuli, Baki, Nedim, Şeyh Galip,  Yunus Emre, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Seyrani, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel,  Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Sezai Karakoç, Bahattin Karakoç, Behçet Necatigil, Mustafa Necati Karaer vb.” “Arif Eren, şiirini mısra gücü üzerine kuruyor. Tıpkı Necip Fazıl, Yahya Kemal gibi. Mısralar üzerine bina edilen şiirler; mısraların beyitlerin yeri değiştirilse de güzelliğini yitirmez. Bütün kalıcı şiirler aynı özelliği taşır.” (Eren, 2010:101)

Günümüz Şiiri

Kitle iletişim araçlarının, özellikle internetin şiir üzerinde bozucu etkilerinin olduğunu şu şekilde ifade eder: “İyi şairler eserlerini yazmaya devam ediyor. Her zaman okuyucuları vardır. Böyle soylu şairler her zaman olacaktır.  Bir de günümüzde internet şairleri türedi.  Şiirle alakası olmayan manzumeler interneti işgal etti. Dileğimiz bunların arasından iyi şairlerin yetişmesidir.”

Sonuç

Arif Eren şiir ve şair üzerine görüşlerini ortaya koymuş bir sanatçımızdır. Arif Eren’in çeşitli dergi ve gazetelere vermiş olduğu röportaj ve yazılarda, Arif Eren’in sanatı ve şiiri ile ilgili kaleme alınmış metinlerde poetik görüşlerini bulmak mümkündür. Şaire; şiir ve şiirin çeşitli meseleleri ile ilgili düşüncelerini ortaya çıkaracak sorular sorularak, verilen cevaplardan hareketle onun poetikası hakkında tespitler yapılmıştır. Ayrıca, Arif Eren’in “Zaman Yerinde Durmaz, Görkemli Denge, Hayatı Huzura Ayarlamak, Yurt Tespihi” adlı şiir kitaplarındaki poetik içerikli şiirler de incelenerek manzum poetik metinlerden hareketle değerlendirme yapılmıştır. Arif Eren şiir ve şairi şu şekilde tanımlar:

“Şiir yeni açmış bir çiçeğin, solmamak şartı ile rengi ve kokusudur. Şair de o çiçeğin renk ve kokusunu en üst düzeyde fark edebilen sanatçıdır. “Şiir, ses ipine söz asmaktır. Şair de ses ipine söz asan sanatçıdır.”  İyi yazan ve şiire hak ettiği değeri veren şairleri beğendiğini söyler: “Kim iyi yazıyorsa, sanatı kim kutsal görüyorsa, kendini sanata adıyorsa onu beğenirim.”

Kaynakça

Ayna Dergisi, Yıl:4, Sayı:8, Güz 2001

EREN Arif, Hayatı-Sanatı-Şiirleri, Öncü Kitap, Ankara, Nisan 2010

EEREN Arif, Zaman Yerinde Durmaz, Öncü Kitap, Ankara, 2006

EREN Arif, Hayatı Huzura Ayarlamak, Semih Ofset Matbaacılık, Ankara, 1985

KARAKOÇ Oğuz, Edebiyatımıza Gönül Verenler Programı

KİREÇÇİ Tebernüş, Arif Eren’le Şiir Üzerine, Merhaba Gazetesi, Konya, 13 Mayıs 1996

KOLCU Ali İhsan, Necip Fazıl’ın Poetikası, Salkım Söğüt Yayınları, Erzurum, 2009

MORAN Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002

ŞAHİN Durdu, Şair Arif Eren ile “Şiir Çiçeğin Rengi ve Kokusudur”, Gündüz Gazetesi, 12 Mart 1995

NOT: Arif Eren ile 23.11.2012 tarihinde yapılan görüşmeden hareketle şairimizin görüşleri tırnak içerisinde belirtilmiştir.

3-ARİF EREN’İN ŞİİR ANLAYIŞI VE İMGE DÜNYASI